8 Nisan 2012 Pazar

Manipülasyon üzerine bir kez daha…



Demir Bilgin

Daha önceleri yazmıştım, tekrarlıyorum: Emperyalizm, aynı zamanda manipülasyondur. Manipülasyon, dünya kamuoyunu, kendi çıkarları için, yanıltmak ve sürüler misali yönlendirmek oluyor. Manipülasyon, bu bağlamda, hile, oyun ve düzenbazlık oluyor. Irak, Libya ve şimdi de, Suriye’ye kaşı yürütülen bu ”medya savaşı”, manipülasyonun somut tarifi ve kendisi oluyor. Emperyalizmin, genelde, Orta-doğu ve Kuzey Afrika’ya kadar uzanan bölgede/ bölgelerde, özelde Suriye’ye karşı başlatmış olduğu ’medya savaşı’nın bir yönü de, bu bölgede yaşayan insanları sürüler haline çevirmek ve insancık hale getirmek içindir.

İkinci tekrar şudur: Manipülasyon olan emperyalizm, aynı zamanda bir fabrikadır, bir ”Şer Fabrikası” dır. Bu şer fabrikasında, ezilen ve direnen bölge halklarına karşı tüm şerler imal ediliyor; bu fabrikada, ülkelerin nasıl işgal edileceği icat ediliyor. Bu, şer fabrikasında, Suriye’nin işgali ile ilgili seneryolar üretiliyor. Bu şer fabrikasında, işgal seneryoları yazılırken, onlara, yani bu emperyalist barbarlara hizmet edecek ”yerel komprador” ajanlar ve hainler yaratılıyor. Irak’ta bu oldu. Libya’da bu oldu. Şimdi de, Suriye’de böylesi bir ”hain tabaka” yaratılıyor. Suriye’ye karşı, emperyalizmin koltuk değnekleri olan, Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin finansa ettiği ”paralı çete gurupları” yaratılıyor. Adını, ”Özgür Suriye Ordusu” alan bu hain güruh, emperyalizmin sadık hizmetçileri olarak faaliyet göstermektedirler. Bu hain güruha, latince bir sözcük ile, ”renegar” diyorum.

Adını ”Özgür Suriye Ordusu” alan bu hain çete, renegardır! Renegar, yaşadığı ülkenin çıkarlarını yadsıyan ve para karşılığında, ülkenin çıklarlarına ihanet eden ve düşman saflarına geçen tüm hain ve dönekler oluyor!..

Beyinlerin ezilmek istendiği bir dünyada bunları tekrar yazmak istedim.Bellek silme oprasyonların devam ettiği bu dünyada bunları tekrarlamak istedim.

Bunları bilmek gerekiyor. Suriye’ye karşı ”renegar” gurupların başlatmış olduğu bu haince savaşın arkasındaki gerçeği öğrenmek gerekiyor.Amerikan ’şer fabrikası’nda imal edilen, Al Arabiya, El Cezire gibi kanalların aracı olduğu Suriye’ye karşı başlatılan bu ”manipülasyon medya savaşını bilmek gerekiyor.

Öfkeliyiz. Ama umutluyuz da. Zira yalnız değiliz.Orta-doğu’da ” Büyük Ortadoğu Projesi” adı altında sürdürüen bu, ”böl, parçala ve yönet” saldırı ve işgal politikasını görenler ve bizleri destekleyenler var. Bizler de topyekûn olarak, empeyalizme ve manipülasyon dünyasına karşı birlikteyiz. Ayaktayız.Bizler de, her alanda ve imkanda, Amerikan ”şer fabrikası’nda yaratılan bu hain, renagar güruha karşı birlikteyiz. Ayaktayız.

Bunları yazmak, bunları tekrarlamak istedim.Bunları yazmak, bunları tekrarlamak, her gün tekrarlamak ve iletmek şu an en önemli görevimiz oluyor.

Emperyalizmin, manipülasyon yöntemlerini teşhir etmek ve karşı durmak, şu an devrimcilik oluyor.

1 Haziran 2011 Çarşamba

BOZKURT SEMBOLU ÇALINTIDIR!

Sevra KURTULUŞ
"Roma mitolojisindeki Romus ve Romulus kardeşleri emziren dişi kurttan esinlenerek, Türk’ü Ergenekon’dan çıkartan bir bozkurt masalı uydurulmuştur. Oysa ki bu "masal" bizlere, Balkan, Kafkas ve Kırım’dan ithal edilmiş ve Türkler tarafından savunulup, desteklenmiştir."





Türkiye’de ülkücülerin kullandığı, bozkurt sembolu çalıntıdır!
Gecekondu Türkiye’sinde zaten kendine özgü birşey yok, bulunmuyor, Bulunmaz.
Osmanlı Devleti ve devamı olan Türkiye’de kendine özgü bir yapı, bir parça bulmak, gerçekten zordur. Yok.
Böylesi bir yokluk ve zorlukta yazılan resmi tarih, hiç kuşkusuz, abartma ve uydurmalarla dolu olacaktır. Budur.

Böylesi bir yokluk ve zorlukta yazılan ve bizlere okutulan resmi tarih, yalanlarla doludur:

Kökenimiz konusunda yazılanlar, uydurmadır.

Tarihimiz ve Anadolu’ya gelişimiz konusunda yazılanlar, uydurmadır.

Bunlar, başka yazılarda ele alınacak ve yazılacaktır.

Basit bir örnek: Türkiye’de kullanılan resmidil, Türkçeye bir bakalım: Dil, son derece yapay ve başka dillerden alınan kelimelerin toplamından oluşmuştur.(1)

Bunlar doğaldır. Gecekondu kurulur gibi kurulan Osmanlı Devleti ve devamı Türkiye Cumhuriyeti’nde, bunlar doğaldır. Böylesi kuruluşlarda kendine özgü bir yapı ya da kurum bulmak mümkün değildir. Kuruluşta kullanılan tüm kurumlar…hepsi, daha önce ve başka ülke ve devletlerde kullanılmıştır. Başka ülkelerin tarihlerinden ya da tarihin enkazcılarından resmi tarih oluşturmak veya yazmak, pek kolay olmuyor! Bu da açıktır.

Açığa çıkan şu oluyor: Osmanlı Devleti ve devamı Türkiye Cumhuriyeti’nde tarih, abartma uydurma ve yalanlarla doludur. İşte bir örnek: Ülkücülerin kullandığı bozkurt sembolu!

Azıcık tarih bilgisine sahip olanlar, bu sembolun "çalıntı" olduğunu zaten bilir / biliyor. Doğaldır; gecekondu kurulur gibi kurulan Osmanlı Devleti ve devamı Türkiye Cumhuriyeti’inde, zaten, kendine has bir şey bulmak, mümkün değildir. Bu da bellidir

Tarihimiz abartma ve uydurmalarla dolu dedik. Budur. Bozkurt masalı da "masaldır". Uyduruktur:

Roma mitolojisindeki Romus ve Romulus kardeşleri emziren dişi kurttan esinlenerek, "Türk’ü Ergenekon’dan çıkartan bir bozkurt masalı uydurulmuştur. Oysa ki bu "masal" bizlere, Balkan, Kafkas ve Kırım’dan ithal edilmiş ve Türkler tarafından savunulup, desteklenmiştir.

Sembollere gelmişken şunu eklemekte yarar var:

Türkmenistan’ın milli sembolu, atdır.

Kırgızistan’nın, kartaldır.

Ve Çeçenlerin bayrağında "asena" vardır. Ve bu bozkurt sembolu, Çeçenlere aittir!

Bu sembol, Türkiye’ye nasıl girdi?

Bu sembolu Türkiye’ye ithal eden "gagauz" Türkleridir. Gagauz Türkleri hem Hiristiyan, hem de balkanlarda yaşamaktadırlar. Bu anlamda, dişi kurt mitolojisinin merkezi Avrupa oluyor. Bu bağlamda, bozkurt sembolu Türklere Avrupa’dan geliyor ve "çalıntıdır!" (2)

Bu da doğaldır. Zira gecekondu Türkiye’sinde kendine özgü bir şey bulmak, zaten mümkün değildir!..
------------

Notlar:
(1) Bakınız, Faiz Cebiroğlu. Eylemsel Yetke: „Abartma ve Uydurma". Sayfa: 105. Yoğunluk Yayınları, Eylül 2007.
(2) Bakınız, Ahura Akgül, Roja Kurdi.

13 Nisan 2011 Çarşamba

GARİP ÖMRÜM...




Haci Cirik / Fezali

Şu düzende payım hakkım almadım
Garip ömrüm ondan kış geldi gitti
İnsanı insan bil diyen görmedim
Garip ömrüm ondan düş geldi gitti
 
Kimi hacı oldu kimisi sofu
İçimden ince ince çektim ofu
Mecliste kürsüde atarlar lafı
Garip ömrüm ondan taş geldi gitti
 
Sistemin üstümde minneti gamı
Seçimden seçime hatırlar beni
Vaatler verdiler unuttum dünü
Garip ömrüm ondan boş geldi gitti
 
Benden uzak akar oldu çaylar
Sefasın sürüyor seçilen beyler
İşsizler ekmeksiz garibim neyler
Garip ömrüm ondan şaş geldi gitti
 
Fezalim der hacim bilir özünü
Tanıdım soyğunun iki yüzünü
Perişan eyledi oğlum kızımı
Garip ömrüm ondan yaş geldi gitti

YENİDEN PAYLAŞIM


 
Haci Cirik / Fezali Cirik.Haci@gmx.de

Yeniden paylaşım sardı dünyayı
 Halkların kaderi yazıldı bu yıl
 Silahı yapan satan alır aslan payı
 Halkların huzuru bozuldu bu yıl
 
 Petrolun başına kondu sömürü
 Patronlar paşalar verdi emiri
 İnsanlar ölüyor yoktur sınırı
 Binlerce mezar kazıldı bu yıl
 
 İmdat diler yanan bütün käinat
 Zülm elinde inler halk eder feryat
 Cehennemden daha da beter kat kat
 Örgütlü vurgunlar dizildi bu yıl
 
 Fezalim der hacim güneş bulutlu
 Direnen halklar dahada umutlu
 Yoksulu görmedim vatanlı yurtlu
 Sorgusuz insanlar ezildi bu yıl

8 Nisan 2011 Cuma

DİLDE ‘DEMOKRASİ’ GÖZLER PETROLDE



Hüseyin Habip Taşkın


Savaşsız, işkencesiz bir dünya şuan mümkün değil. Şu an kuralları belirleyen emperyalist ülkelerdir. Eski ABD Başkanı George Bush döneminde ikiz kulelere yapılan saldırı ile Pentagon’un kısmen  saldırıya uğramasından sonra dünyadaki !terörist ülkeler’in isimleri sırasıyla açıklanmıştı. Aynı senaryo ‘arkası yarın’ tarzında devam etmektedir.
Arap ülkelerinde zincirleme başlayan olaylar seyrinde yüzeysel değişikliklerle iktidara gelenler Arap halkının özgürlüğünü sağlayamazlar, çünkü eski sistemin birer devamıdır.
Arap ülkelerinde yoksulluk, işkence, baskı, kısacası sömürü çarkı kaldığı yerden sadece kişilerin değişikliğiyle devam edecektir. Zengin zenginliğine güç katarken, yoksulda yoksulluğuna devam edecektir. Bu yüzeysel değişiklik Arap ülkelerinde sistemin biraz daha nefes almasını sağlayacaktır.
Emperyalistler Arap halklarına demokrasi ve özgürlük getirmeyecektir. Yoksulluk getirirken, kendi hakları olmayan petrollere el koyacaklardır. Hem de dünyanın ve Arap halklarının gözlerinin içine bakarak yalana - dolanla yapacaklar bunu. Ucuz işgücü de yine halklarından olacaktır.
Fransız uçakları Libya topraklarını bombalamaya başladığında Türkiye’deki ve dünyadaki sermayenin basını sermayenin ağzıyla konuşmaya başladı: “sivillere bir şey olmadı!” Bu kadar dalkavukluk olmaz ama bu yazılanlara, çizilenlere şaşırmamak gerekir. ABD, İngiltere, Afganistan, Irak, Pakistan topraklarına uçaklarıyla karanfil atmadılar, tonlarca bomba yağdırdılar. Sayıları belli olmayan masum insanları dünyanın gözlerinin önünde katlettiler.
Libya’ya ilk bombayı Fransa’nın atmasının nedeni apaçık ortada! Afganistan, Irak Pakistan’daki olaylarda baş aktörleri olan ABD ve İngiltere dünya halklarından tepki aldı. Bu tepki küçümsenmeyecek kadar çoktu. Masum insanları öldürmek insanlık onuruyla bağdaşmayan bir olaydır. İlk bombayı danışıklı dövüş olarak bu kez Fransa’ya bilinçlice attırdılar. ABD ve İngiltere perde arkasında masum rolünü üslenseler de hiçbiri masum değildir. Basında “Fransa Libya’yı bombaladığında diğer ülkelerin haberi olmamış” benzeri cümleler yer aldı. Emperyalistler insanlara sanki masal anlatıyor. Oysa yapılan operasyondan hepsinin haberi vardı. Petrol vanalarını ellerinde bulundurmak iştahlarını kabartıyor.
Öyle ilginç ve ikiyüzlülük basına yansıyor ki; Kaddafi’nin Avrupa’daki bankalarında bulunan paralarına el konulmuş!  Peki diğer diktatörlerin paralarına neden el konulmadı? Kaddafi direnmeseydi, Mısır ve Tunus diktatörlerinin paralarına el konulmadığı gibi onunda parasına el konulmazdı. Emperyalistlerin gösterdiği bir ülkede yaşamını sürdürürdü.
Emperyalist ülkeler planlarını aşama aşama uygulamaya sokuyor. Libya lideri Kaddafi yerle bir olsa bile Libya halkı hiçbir zaman özgür olmayacaktır. Özgürlük oradaki ezilenlerin, emekçilerin ellerindedir.
Türkiye Başbakanı Recep Tayip Erdoğan’ın basında yer alan sözlerine bakıldığında söylem ile pratik arasında farklılık olduğunu görmekteyiz: “Türkiye asla ve asla Libya halkına silah doğrultan taraf olmayacak!” Bugüne kadar Amerika’nın ve diğerlerinin ikiyüzlülüğü biliniyorken, onlarla ilişkilerini devamlı sıcak tutan AKP ve Genel Başkanı Recep Tayip Erdoğan değil midir? Ortadoğu’da terör estirenlere “ne şiş yansın nede kebap” anlayışıyla yaklaşım olamaz.
Bu insani amaçlı bir operasyon olamaz, çünkü orada petrol var. Libya ucuz petrolü Avrupa ülkelerine de veriyordu. Sorun Kaddafi’nin halkına baskı uygulaması değildi. Daha çok rant sağlamak için petrolün yönetimini ellerine almaktı. Türkiye’de “bu petrolden bize de bir pay düşer” Sevdasına kapılmış gözüküyor…
Başbakan Recep Tayip Erdoğan, Arap liderlerine tavsiyelerde bulunuyor: “Halkının sesine kulak ver. Halkına silah doğrultma.” Peki kendisi bu coğrafyada gerçekten halkına ya da halklarının sesine kulak veriyor mu? Kürt sorununda, ‘açılım’ çerçevesinde özel orduyu hayata geçirmeye çalışmıyor mu? Yeni proje olarak Kürt halkını imamlarla ‘ikna etmek’ ne anlama geliyor? Bu imamlar oraya niçin gidiyor? Halkı kendi gerçek çözüm iradesinden uzaklaştırmak için değil mi?
Yaşadığımız coğrafyada yaşanılanlar Arap halklarının yaşadıklarıyla hemen hemen aynıdır. Farklılıklarımız olsa da, yoksulluk ve zenginlik tartısı ile doğan eşitsizlik yasası yaşamımızda hep vardı. Demokrasi bahane, gözler petrolde.

ERGENEKON’DAN YEŞİL ERGENEKON’A!



Bülent Tekin


            Bir canavar gibi duran Ergenekon’un yargılandığına ve yok edileceğine seviniyorduk. 1920’lerdeki (28-29 Ocak 1921) Mustafa Suphilerin katlinden bugüne kadar işlenmiş tüm cinayetlere, belki de Osmanlıdaki komplolar kadar uzanan olayların aydınlanacağını düşünüyorduk. JİTEM gibi hain, faşist bir cinayet şebekesinin katliamları aydınlanacaktı. Sevinç duyduk, umutluyduk. Oysa JİTEM’ci katillerin büyük çoğunluğu-devlet tarafından isimler değiştirilmiş olarak!-dışarıda dolaşıyor. İşte, Ayhan Çarkın isimli bir eski özel harekâtçı, devlet istedi 400 kişiyi öldürdüm, anlamında demeçler verdi. Birçok operasyonla (katliam) ilgili bilgiler verdi, isimler saydı. Mardin-Ömerli’deki (Pınarcık Köyü) 30 kişinin öldürme olayını JİTEM yaptı dedi. Katliamların büyük kısmını biz yaptık ama PKK’ye yükledik dedi. Büyükelçilerimizi biz öldürdük dedi. [Yani Ergenekon kendi yurttaşlarını öldürerek Kürtlere, Türklere, Ermenilere iftira attı. Tüm bunları yaparken de bir oligarşik devletin (yönetimde olan) üst tabaksının milliyetçiliğini Türk milliyetçiliği sayarak, alt tabakaları (çarıksızları) Türk milletinden saymadı. Bilimsel olarak anlatmaya çalışırsak Ergenekon’un yaptığı buydu.] Bu faşist seri katilin ifadesi alındı ama ne hikmetse mahkeme serbest bıraktı(bu arda Diyarbakır’da hakkında bir soruşturma açıldı, izleyeceğiz). Ergenekon’un (JİTEM’in) deşifre olmuş birkaç cinayetinin dışında Ergenekon olduğu gibi duruyor. Cezaevindekilerden bir kısmı da-belki de!-Ergenekon örgütünün üstüne yıkılacağı birkaç kurbanlık kişi(dir). Zaten AKP Ergenekon konusunda TSK ile de anlaşmış durumdadır. Poyrazköy Davası’nın bakan Ercan Şafak ile Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz terfi edilme yöntemleriyle görevden alındılar.  Bu savcılar-sözde!-terfi ettirildiler ama kendileri ve herkes biliyor ki aslında onlar görevlerinden alındılar. Çünkü Hükümet Ordu’yla anlaşmış ve Ergenekon’u da, operasyonları da artık sulandırmak gerekiyordu. Ergenekon ve Darbe konuları az bir zayiatla kapatılmaya çalışılıyor. Gelişmeler (yargılamalar, operasyonlar) bugüne dek bu anlattığım tarzda olmuştur. Ergenekon’un tasfiye edileceğinin veya yok edileceğinin olasılığını görmüyorum.

            Sosyalist sistemin yıkılmasıyla dünyanın her tarafında tasfiye edilen Gladio, ülkemizin Ortadoğu’da Şef Ülke yapılması projesiyle ilgili görevi nedeniyle şekil değiştirdi. Ergenekon’la anlaşan AKP, operasyonu sınırlı tuttu. Ülkede kendi düzenini kurmak için Baasvari bir yöntem kullandı, Yeşil Ergenekon’u kurdu. Artık AKP de Hafız Esad gibi, Saddam gibi, Kral Hüseyin gibi elli yıllar iktidarda kalabilecekti. AB ve ABD’nin Ortadoğu’daki stratejileri dolayısıyla da destek alabiliyordu. İslam ve Allah’ı Allah’ına kadar bu ülkenin insanları üzerinde kullanmanın ortamını yakalamıştı. Ergenekon’un jandarmaları yerine belki polisleri vardı ama olsun, yüzünü yenilemişti ya, bu da nerden baksan bir elli sene giderdi! Evet, AKP’nin JİTEM’i YEŞİL ERGENEKON’dur. AKP ve Yeşil Ergenekon, Kürt Sorunu’nu Kürtleri İslam potası içinde eritip Türkleştirerek çözmek istiyorlar. Bu çok tehlikeli bir oyundur. JİTEM (Ergenekon) bunu katliamlarla çözmek istedi. AKP bunu Türkleştirilmiş Kürtlerle (mesela Diyarbakır’da milletvekili olmak için tüm değerlerine yüz dönebilecek tonla aday var) yapmaya çalışıyor.

            Basılmamış bir kitabı yakmak dehşetengiz bir olaydır. Kapitalist Modernite çağında düşünce ve ifade özgürlüğünü yasaklamak mümkün değildir. Globalleşen kapitalizm basın ve ifade özgürlüğünü yasaklamaz, çünkü tutunacağı tek dal özgürlüklerdir. Zaten sosyalist sistem ulus devletin başka bir çeşit diktatörlüğünü yarattığı için kapitalist modernite içinde eridi. Şimdilerde AKP yönetimi tarihi tersine çevirmek istiyor. Basılmamış kitapları yakıyor! Bunu herkim yapıyorsa-yargı bile yapıyorsa!-izah edemez. Henüz basılmamış bir kitabı suç unsuru olarak görmeyi modern hukukun hiçbir içtihadında bulamazsınız. O kitapta iftiralar varsa, iftiraların belgesini yakıyorsunuz demektir. O kitapta doğrular varsa, doğruların belgelerini yakıyorsunuz! Yargı bunu bırakınız demokratik cumhuriyetin hukukuyla,-Ortaçağ hariç!-Yakınçağ hukukuyla da açıklayamaz. Oysa hedeflediğimiz demokraside-beğenmediğimiz dâhil!-her türlü düşünce ifade edilmelidir. Faşizm, komünizm dâhil her türlü konu hakkında kitaplar, çalışmalar yapılabilmelidir. İnsan beynine engel konmamalıdır.

            Mankurtlaşma denen olay insan beynine kelepçe takılmasıdır. Bu robotvari bir nesil yetiştirir. Ahmet Şık’ın basılmamış kitabının (İmam’ın Ordusu) yakılması altından kalkılacak bir olay değildir. Yargı da bu işi açıklayamayacaktır! Bunu yapanlar Ergenekon’a güç verildiğinin farkında mıdırlar? AKP demokratik bir anayasa yapmaktan da caymış durumda. Kürt Sorunu’nu da çözmek istemiyor. Sadece strateji değiştirip onu (İslam dini içinde?) tarihe gömmek istiyor. Oysa demokratik çözüm demokratik bir anayasa ile olur. En iyi çözüm budur. Bu iş Ergenekon’la filan olmaz. İnsanlarımız her iki Ergenekon’dan birini seçmek zorunda değildir. Ve unutulmasın ki, gün gelecek Yeşil Ergenekon da Ergenekon (JİTEM) gibi yargılanacaktır. Değişen-bu kez-sanıklar olacaktır! Ve son bir söz: Ülke olarak Ergenekon’dan Yeşil Ergenekon’a terfi ettik. Çok yaşa Başbakan, çok yaşa AKP!

26 Şubat 2011 Cumartesi

Hasan Şahingöz...

Hasan Şahingöz cezavinden güçlü kalemiyle yazılarını yazmaktadır. Bende bu güçlü kalemin sesi olmak için sizlerle buluşturmaya çalışmaktayım. Ali Ziya Çamur, onunla ilgili yazısını yazmış ve bu nedenle ben bu değerli dostumun yazısını  sizlerle paylaşmak istedim.

   1Nolu F Tipi Cezaevi T55 Tekirdağ

    Hüseyin Habip Taşkın

     Newroz Gazetesi 


A. Z. ÇAMUR:“Hasan Şahingöz, Demir Parmaklıklardan Şiir Süzüyor"

        Hasan Şahingöz,[1] F tiplerinde geçen yaşamını şiirle anlamlı kılma çabasında olan; şiirin kanadında çelik pencereleri, beton duvarları aşabilen bir şair.

        “Ben Bir Hapishane Kapısıyım” adlı bir şiir kitabı yayınlandı. Devrimci soluğunu özgürce haykırdığı için alanlarda, eylemlerde, direnişlerde; şimdi tutsak.  Ama bu tutsaklığı, onun hayata müdahil olma çabasını gene de engellememiş. Şimdi de şiirleriyle alanlarda, eylemlerde, direnişlerde devrimci soluğunu özgürce haykırmaya devam ediyor: “Eylemin bittiği yerde şiir başlar.”[2]
        Hasan Şahingöz’ün şiirlerinde, umut diye gide gele aşındırılan, açılınca zulüm gelen kapılardan; kimileri için ardına kadar açılan, kimileri için sonsuza kadar kapanan kapılardan söz eder. Kapılarla yaşam arasında bir ilişki kurar:”Kimi küser kapıya çıkmaz / Kimi bir daha dönmemek üzere kapatır çıkar / Kimi nere gitse kapı dışarı edilir / Kimi kapıdan baş köşeye buyur edilir / Dardaysanız çalarsınız kapıları / Karaysa bahtınız nere gitseniz duvar…….”  Şairin şiiri yaşantısının izdüşümü gibidir: “Şiir bir yaşantıdır; bize el koymuş, içimize taş gibi oturmuş olayları, olguları biçimlere, kalıplara dökme işidir.”[3]
        Bir hapishane kapısında, insanoğlunun bitmeyen serencamını görür. Bu kapıların ardındaki işkence tezgâhlarını, kendilerini meşale ederek yarının şafaklarını tutuşturanları, F tiplerine direnenleri, 19 Aralık’ta yaşananları, “yaşama dönüş” operasyonuyla yaşamı karartılanları şiirin tezgâhında dokuma çabasını sürdürür. “Şiir, okuyanın yüreğini bir cam gibi çizip acıtmalı.”[4]
        HASAN ŞAHİNGÖZ KİMDİR?
Hasan Şahingöz, 1971 doğumlu ve 1994'ten beri Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Hapishanesi’nde devrimci tutsak olarak bulunmaktadır. Onun adını önceleri Tekirdağ F Tipi'nde sonu gelmeyen saldırılara karşı yükselttiği sesleriyle, dışarıya sızabilen yazılarıyla öğrendik. Sonra F tipi devrimci tutsaklarıyla birlikte içerden elle yapılmış Eylül adlı bir sanat dergisi çıkardılar. Yazı kurulundaydı Hasan Şahingöz. Sonra devrimci dergilere şiirler göndermeye başladı. Dergimizde de bir şiiri yayınlandı.  Şimdi de ilk kitabı yoldaşları aracılığıyla okurlarla buluştu. “Hiçbir şey düşünmediğimiz zaman bize dünyayı hatırlatan sözün çağrısıdır”[5] onun şiiri.
Şiirlerinde acısı unutulmaz 19 Aralık direnişini şöyle şiirleştirmiş Hasan Şahingöz: O gün duydum: “Teslimiyet mi, ölüm mü?” / diyenlere karşılık ÖLECEĞİZ /diyen evlatların / bıkıp / usanmadan / dövüyor / acı / yüreğimizin / kapılarını / diyen anaların haykırışlarını”    
Mermilerle delik deşik edilen, ateş topuna çevrilen bedenleri, korkusuzca ölümün üstüne yürüyenleri bayraklaştırıyor şiirlerinde. Ve isyan belgileri şiir oluyor dilinde: “Bir / Bir/ Toprağa düşürdüklerinden fışkıranlar / Seni yere serecek ZULÜM / Estirdikleri fırtınada / boynun / devrilecek / Ölüm!
ŞİİR ANLAYIŞI:
Hasan Şahingöz’ün şiir anlayışında kesin çizgiler yok. Yaşadıklarıyla okudukları arasında kurduğu paralel çizgide, kimi zaman kendi özgün bir şiir diliyle, kimi zaman, diğer devrimci şairlerden aldığı miras doğrultusunda şiirler yazıyor. Ancak fark edemediği bir nokta var: “Şiir nesnel gerçekliğin  öznel bir yansımasıdır.”[6] Bir arayış şiiri de denebilir onun şiiri için. Estetik kaygılar ön planda değil, ama şiirlerinin incelikten de yoksun olduğu söylenemez: “Çok doldurma saki, aman! / İçemem bu kadar yalnızlığı”
Bir kavga şiiridir Hasan Şahingöz’ün şiirleri; bir dalında vurulup düşenlerden, bir dalında vuruşanlardan, bir dalında emperyalist zulmün altındaki halklardan ses alıp ses veriyor Hasan Şahingöz. Ama şu savsözü de yadsımamak gerekir: “Şiirde bir “tez”in bulunması, şiirin iyi bir şiir olmasına yetmez. Şiirin amacına ulaşması için “tez”in sanatsal öğelerle birleşmesi, bütünleşmesi gerekir.”[7]
  
         KONU:
         Hasan Şahingöz şiirlerinin konu coğrafyası, F Tipi cezaevi direnişlerinden başlar; devrimci mücadelede yitirdiklerimizin can verdikleri yerlerde soluk alır; dünyadaki ezilen halkların devrim ve özgürlük çığlığı attığı her yerdir. Ama başat olan hapishaneler, hapishane kapıları, hapishane duvarları ve bu duvarlar ardındaki devrimci tutsakların umutları, özlemleri, duyarlıklarıdır. Kavgaya gidenlere selamlar, sevgiler salınır bu şiirlerde: “Duyduk ki / kınalayıp ellerini / Yeni bir güne devrilirken gece / Alnında parlayan yıldızdan / Sıcak bir selam göndermişsin bizlere // Güle güle canımın içi / Güle güle gözbebeğim/ güle güle / Kınan kutlu / Yolun açık olsun”
        Bu tür şiirlerinde umutsuzluk değil, dostları kavgaya giderken eli kolu bağlı olmanın sıkıntısı vardır çoğu zaman: “Heeeeeeey, atlı!  Var git sen, var git yoluna / Gelemem, gelemem ben şimdi / Ne yorgunum, ne umutsuz, ne korku içinde / Ellerim ellerim diyorum atlı, ellerim kelepçeli,/Ayaklarım prangada hepsi bu / Hepsi bu atlı!” Elbette, “Hayatın saldırısına direnebilmek için, hayatı içine alan bir gürültüdür şiir. Kendi içinde döver o gürültüyü, terbiye eder.”[8]
Halkın yaşamı ve sıkıntıları da onun şiirlerinde önemli yer tutar.“Üzüldüğüm” şiirinde olduğu gibi: “Seni diyorum açlığa gömerler /Seni yoksulluğa gömerler / Deprem der, sel der / Kefensiz gömerler / Seni bu hale düşürenleri EY HALK / Devlet töreniyle gömerler.” Bu açıdan şairin sorumluluğunu doğru yerine getirdiğini de söyleyebiliriz: ”Gerçek şiir, gerçekliğin, sosyalizm adını verdiğimiz mutluluğa doğru yol alan gerçekliğin şiiridir; bu şiir insan ruhunun ışığıdır, karartılmaması, herkesin iyiliğine kullanılması gereken ışığıdır.”[9]

        ÖZ:
        Hasan Şahingöz’ün şiirleri düzyazı ile bağını toptan koparmamış şiirlerdir. “Düzyazıyla şiir arasındaki ayrım dilseldir, yani biçimdir.” [10] Yer yer anlatı düzeyine de düştüğü olur:”Gün olur gelir bizimkiler / Kanlı ve partal elbiseleri içinde / Kim bilir ne de heybetlidirler”  Düzyazıya düştüğü yerde şiirin soluğu da azalmaya başlıyor: “Şiir atla uçuş, düzyazı yürümektir.”[11]
Ama kimi zaman konuşma dilinin özelliklerinden fışkırtır şiirini, son dizelerde patlatır şiirin özündeki espriyi: “-Kurşun mu yemiş? / Yok daha neler… / Yapma gözüm / Kurşunla olmaz onun işi / Besbelli yine bir / ‘Çat kapı’ katliam işi”
        Onun şiirlerinde Nazım Hikmetten Nihat Behram’a devrimci ozanların ana çizgileri vardır. Ünlemleri çoğalttığı şiirlerde sesi Nihat Behram’ı ansıtır: “Vurulup düştü biri / Vurulup düştü içimizden biri / Vurulup düştü sırtından… / Vurulup düşen yatarken kanlar içinde /yatarken dağ gibi”
        Orhan Veli’yi de seviyor Hasan Şahingöz. Ama tavrı elbet ondan farklı. Kimi zaman onun şiirlerine benzetir, kimi zaman onun şiirlerine göndermeler yapar. Orhan Veli’nin Rahat şiirine nazire yazılmış şiirden birkaç dize: “Açlık olmasa şu dünyada / Yoksulluk olmasa / İşsizlik olmasa/…Akan kan olmasa / …Uçurtmalar yapsa rengârenk sortileri”  Orhan Veli’ye gönderme yapan şiirinin adı da “Orhan Velili Şiir”dir: “En iyisi pencere Orhan Veli, / En iyisi pencere de / Burası F Tipi / El kadar havalandırmada / duvar yedi metre / Ne gökyüzü, ne gökyüzünde kuşlar / İstese de istemese de Orhan Veli / Burada herkes rakı şişesinde balık biraz!”
        Bunca yanına karşın, insancıl bir romantizmin izlerini de buluyoruz şiirlerinde: “Şiirini yazsam diyorum, şiirini / Akıtsam bakışlarını dizelerime / Nehir nehir akıtsam / Mahpushane demirlerini eriten gözlerin / Yoksa eritir mi benim dizelerimi de?”
        Hasan Şahingöz’ün şiiri, bir gelişim şiiri, yolun başlangıcında henüz. Düzyazı dili şiirinin soluğunu kısıyor. Öyle ki, dizelerdeki cümlelerde bile devrik cümle çok az. En önemli eksikliği, üslûp kaygısı oluşturamaması… “Şiir, bir üslûp arayışıdır, bir aralık kapı bulup  oralardan çıkıverme çabasıdır.”[12] Ama duruşu sağlam. Dilerim cezaevinde değerli şairlerimizden çokça şiir ve şiir poetikası üzerine kitaplar okur. Görecek ki, şiirinde düzyazıya yaslanmaktan doğan eksiklik ve yanılgılar fark edebilsin. Daha iyi bir şiir maratonuna sesini hazırlayabilsin. Sesini yarınlara yükseltebilsin. Ancak “Şiirin çığlığı kendi içinde olmalı.”[13]
        BİÇİM:
        Hasan Şahingöz, 61 sayfalık kitabında 32 şiire yer vermiş. Bu şiirlerde biçim açsından belli bir yapı yok. Şair, farklı yapılar üzerinden kurmuş şiirini. Bu durum, belki de şairin farklı denemelerinin sonucu. En uzun şiiri, 19 Aralık toplukırımını anlatan ve kitaba da adını veren “Ben Bir Hapishane Kapısıyım” 13 sayfa yayılmış biçimde farklı biçimlerle oluşmuş şiir. Öyle ki, bazı dizelerde sözcükler ses ses alt alta getirilerek oluşturulmuş:
y
ı
k
ı
l
a
s
ı
n demekle yıkılmaz  
 Bu tür denemelerde şair cezaevlerinden yükselen çığlıkları ses ses, acısını duyumsayarak vurgulama amacını gütmüştür.        Şiirde genellikle kesikli dizeler az da olsa vardır.  Ancak bazı şiirlerinde iki uzun dize arasına sona alt alta tek sözcüklük dizelere rastlanır:
Taa o güne kadar her şeyim oldu
                            telaşlandığım
                            heyecanlandığım
                            neşelenip
                            hüzünlendiğim
O güne kadar… Ağladığım hiç olmadı.
        Hasan Şahingöz pek uyak kullanmıyor. Tesadüfen oluşmuş gibi ender uyaklar vardır: ölüm/zulüm gibi… Buna karşılık bol bol redif kullanıyor: “Çal+mak ile aç+ıl+maz / Vur+mak ile kır+ıl+maz” ; “İyiyi de gördük kötü+y+ü de / Zulmü de gördük pürüpak neşe+yi de” örnekleri durumu somutluyor yeterince.
        Bunların yanı sıra Tekrir sanatını da bolca kullanarak şiirine ses ve yankı katmak istiyor. Dizelerde oluşturamadığı sesi tekrarlarla ahenge dönüştürmek istiyor: O gün ben hissettim yanık insan etinin kokusunu / O gün ben tattım barutu / O gün ben tattım kanı / O gün tattım ben acıyı / O gün ben AĞLADIM”… “Birileri bizleri çağırıyor / Birileri, bizleri tanımıyor, ama çağırıyor Günün her saati çağırıyor / Bizleri çağıran birileri / durmadan çoğalıyor”…
        Ünlemler de öne çıkıyor Şahingöz’ün şiirlerinde.  Bu ünlemlerde şair, dışarıda çarpışanlarla birlikte soluk alıp veriyor dağlarda:”Heeeeeeey, atlı! / Yüreği, / Yüreği sevda sevda sevdalarla dolu/Atı kızıl / kendi kızıl atlı”  Şiirlerinde soru sözcüklerini kullanan şair, hayatı sorguluyor şiirinde. Ama cevabını da kendi veriyor çoğu zaman:Sen nesin? / Ben bir denizim / Tüm nehirler bana akar. /// Sen nesin? / Ben bir dağım / Tüm asiler bende saklanır.”
         İmgesiz bir şiir yazıyor Hasan Şahingöz… Bu önemli bir eksiklik. Elbette “imge”den kastettiğimiz, şiiri boğan, örten, labirentleştiren imge değil. Şiirin yapı taşı olan, düzyazı yürürken şiiri uçurtan şeydir: “Şiir imge hâline gelmiş düşüncedir. İmgeyle belirtilen düşünce somut olmayıp da aldatıcı ve eksik olduğu zaman imge bundan zarar görür ve sanatsallığını yitirir.”[14] İmge şiirin dilidir: Şiir dildir, ama gündelik konuşmanın sürekli üretmediği etkiler üreten bir dil.”[15]
        SONUÇ:
       Hasan Şahingöz, demir parmaklıklardan, taş duvarlardan süzdüğü şiirlerinin örgüsünde, F Tipi zulümlerinden, kahpe kurşunlardan, dağlarda ses alıp ses verenlerden; yoksul, ezilen ama onurlu insanlardan motiflere yer veriyor. Örgünün atkı ve çözgüsünde şiir adına eksiklikler, sorunlar olsa da, örgünün arasından demir parmaklıkları, taş duvarları delip geçerek dizelere yansıyan duyarlık şiiri bizim için önemli kılıyor. Ama yoğunlaşma eksikliği duyumsanıyor şiirlerde: “Şiir, ender mekânda en yoğun etki yaratmaktır. Şiir, yoğunlaştırılmış edebiyattır.”[16]
        Şiirleri bir hapishane kapısından çıksa da, insana ve insanlığa dair bir kin yok içinde şairin ve şiirlerin. Tam tersine, sonsuz ve kalıcı bir barışın özlemi var. Tıpkı aşağıda yer derdiğim Kardeşçe şiirinde olduğu gibi.
        Şiir evreninde yolun açık olsun Hasan Şahingöz. Demirli pencerelere değerek geçen rüzgârlara yazdığın şiirlerin, hedefine yürüyen bir mermi gibi zulmün, kahpeliğin, katillerin, katliamcıların yüreğini bulacaktır. Ama bu şiirlerde dostlara da pay vardır. Bir gül yaprağına yüklü özlemler, sevgiler, inançlar, umutlar; şairin yüreğinden çıkarak bizim yüreğimizde yeni tohumları filizlendirecektir. Şairin “Umduğum” şiirinde söylediği gibi:
Küllerimi savur gökyüzünde
Uçsun dağılsın ülkeme
Gün olur tohum olur her biri
Büyür, yeni bir ülke getirir size.

 Ali Ziya Çamur